24 Ekim 2007 Çarşamba

ne

Başından büyük bir aşk geçmemiş her kadın için bu bir eksikliktir;
Başından büyük bir aşk geçmiş her erkek için ise bu bir fazlalıktır.
Erkeğin hayatında belki bir aşka yer vardır.
Kadının ise aşkında belki bir hayata..
Erkekler deli gibi aşık olurlar, zamanla akıllanırlar.
Kadınlar ise akıllı gibi aşık olurlar, zamanla delirirler.
Aşk, kadını ve erkeği farklı etkiler.
Aşık olan kadının gözünde başka hiçbir şeyin değeri kalmaz.
Aşık olan erkeğin gözünde ise her hey yeniden değerlenir.
Çünkü aşık kadın "nasıl olsa bitecek" sezgisi ile hareket eder.
Aşık erkek ise "nasıl olsa sonsuza dek sürecek" yanılgısıyla..
Aşık kadınlar bu yüzden hep endişeli ve huzursuzdurlar;
Aşık erkekler ise melekler gibi dingin ve aptallar gibi bön.
Aşık olmak erkeğe yakışır.
Kadına asla. Kadına yakışan sadece aşktır.
Aşksız bir erkek kendini kölesiz bir efendi gibi hisseder, aşksız bir kadın ise efendisiz bir köle.
Kadın Ne ister?
Ne mi ister?
Hepsini ister.
Ve aynı anda.
Peki erkekler ne ister?
Hem sevgili karıları hem de haremleri olsun isterler.
Peki neden korkarlar?
Hem karısız hem de haremsiz kalmaktan korkarlar.
Kadın erkeğinin kendisine kul köle olmasını ister; olunca da ondan nefret eder.
Erkek ise kadının kendisine köle olmasını istemez; olunca da onu sever.
Bir erkek kadından bıktığı için onu terk eder; bir kadın ise erkeğinden sıkıldığı için.
Arada çok önemli bir fark var.
Bir erkek doyduğu için kadınından bıkar.
Bir kadın ise doyamadığı için erkeğinden sıkılır.
Erkek kadının fiziksel görüntüsüyle; kadın ise erkeğin şehvetiyle tahrik olur.
Onun için kadınlar karşılarındakini anlarlar; erkekler ise sadece görünen dünyayı.
Kadın terk edildiği ve aldatıldığı zamanlarda, bir de boşanırken hiç tereddüt etmez.
Kararlı, şuurlu ve son derece akıllı biçimde bütün strateji ve nokta hücumu taktikleriyle delirir.
Delilik, kadınların aklıdır.
Ve sadece bu özellikleri bile, onların erkeklerden daha üstün kabul edilmeleri için yeterli bir sebeptir.
Kadınlar, sezgileriyle her şeyi bilirler.
Erkekler ise akıllarıyla hiçbir şeyi bilemezler.
Kadınlar her şeyi görürler. Göremediklerini duyarlar.
Duyamadıklarını ise sezerler.
Dişilik yalnız algı kapılarını değil, bütün telepati, sezgi, altıncı his ve üçüncü göz kapılarını açan LSD, Mescaline, Psilosibin kadar güçlü bir iksirdir.
Kadınların sezgileri o kadar olağanüstüdür ki, onları erkeklerden çok daha üstün saymamak için hiçbir neden yok.
Sezgi de neymiş mi dediniz? Aklın eli, kolu, gözü, kulağı ve burnudur.
Aklın dürbünü, pusulası ve radarıdır. Şahini ve tazısıdır.
Kapanı, tuzağı ve oltasıdır.
Sezgi en kurnaz avcıdır.
Sezgi olmasa ne bilim ne felsefe ne sanat olurdu.
Akıl mı?
Akıl sezginin uşağıdır.
O kadar..
Sezgileri yerine bilgileri ile hareket eden bilgiç kadınlar kadar itici yaratıklar düşünemem.
Akıllıları ve kültürlüleri ise itici değillerdir.
Ama sıkıcı olurlar çoğu zaman.
Kadına en çok yaraşan ne akıl, ne bilgi, ne de kültürdür.
İnce ve şuh bir zekadır...

10 Eylül 2007 Pazartesi

hisyitimi

İşe yaramaz bu şehir’de yada ben yaramam bi’şehre. Yoksa şehirler mi düşman bana? Düşman ettiler beni bana. Kim¿ neden¿ sorularını cevaplayamam ki. :( Kimi¿ suçlarım saçmalıklarla doldurulmuş hayatım için. Kime¿ üzdüğünü betimlerim. Kim¿ bu faili meçhul hayallerin faili. Hayat mı? Hayat üzdü değil mi?
Daha ne olsun.

Tepemizden bakıldığında üzen bir şey olmadığı görsellik kazanıyor, özenilecek bir hayat yaşadığımız düşünülüyor ve iyi bakmamız söyleniyor hayatlarımıza. Biz o’na baktıkça o bizi görmezden geliyor, bakmıyor hiç ardına. Oradan öyle görünüyor ama inandıramıyoruz ki, yaşanılası değil.
Yorgun bi’sessizlik var evde, Myki’nin uyuz olup ısırmaya çalıştığı topundan çıkardığı garip ses(vicyyk) dışında. Ne işi var şimdi o sesin; araba sesleri, bir mutfaktan gelen tabak sesleri, yakın bi’inşaatın demir sesleri ve diğer hayat parçacıklarının arasında senin sesini ararken.

-Myki bırak onu.
Israrcılığıyla cevap verir myki.
-Sen bırak.

Her yer sallanıyor, karanlığın içindeyim.
Başım ağrıyor.
Bir iş makinesi beynime vuruyor.
Dokunuşlar hissiz, tenim uzun zamandır sevgisiz.
Canım yanıyor…

4 Eylül 2007 Salı

S.S

Artık aralarında kutuplaşmalar başlamıştı.
Bir mıknatısın iki ucu gibiydiler sanki.
Birisi S oluyordu, diğeri N.
Anlaşılmaz bir şekilde itiyorlardı bir birlerini belki de.
Mıknatısın uçları neden ayrı misyonlardaymış gibi lanse edilir ki, neden farklı iki misyonları olduğu düşünülür?
İkisinin görevi de aynı.
S sen N’yi iteceksin, N sende S’yi.
Bi’elin nesi iki elin sesi mi yoksa?
S, N’yi x kadar itebilirken N ise S’yi 5x mi, yoksa S ne kadar iterse N de o kadar mı iter?
Mıknatısın kutupları aynı olmalı mı, SS gibi?
Yoksa orta okul defterlerine yazılan, kimsenin anlamaması için kısaltılan cümle olarak mı anlaşılır?

29 Ağustos 2007 Çarşamba

haydi bismillah

huu.
demek böyle oluyormuş..